29 Eylül 2010

SİMURG, PHOENIX, ANKA

Hangimizde hayranlık uyandırmıyor Zümrüd-ü Anka... Küllerinden yeniden doğar. Her derda şifa olan tüylere sahip büyüleyici güzelliği ile diğer kuşları kıskandırır. Her ülke efsanesinde farklı isim alır. Kimisi der Simurg kimi der Phoenix, kimi der zümrüd-ü anka.. Adı ne olursa olsun aynıdır hikayesi o küllerinden yeniden doğar. Bitti dediği yerden başlar. Doğduğunda ise hem daha güzel hem daha güçlüdür.

Nedendir sizce bu kadar hayranlık ankaya.. Çünkü biz onun yaptığını yapamıyoruz.Yada çok azımız bunu başarabiliyor..Herkesin harcı değildir küllerinden doğmak, düştüğü zaman birinin desteği olmadan kalkıp daha güçlü olabilmek..

Simurg ile bir çok mit olduğu şüphesiz. Ben bugün sizlerle benim en beğendiğim hikayeyi paylaşmak istiyorum. Hazırsanız kemerlerinizi bağlayın.. Yolculuğumuz başlıyor.....

“… Günlerden bir gün, dünyadaki bütün kuşlar bir araya gelirler. Toplanan kuşların arasında hüthüt, kumru, dudu, keklik, bülbül, sülün, üveyk, şahin ve diğerleri vardır. Amaçları, padişahsız hiç bir ülke olmadığı düşüncesiyle, kendilerini yönetmek üzere bir padişah seçmektir.
Hüthüt söze başlar ve Hz.Süleyman’ın postacısı olduğunu belirttikten sonra; kuşların Simurg adında bir padişahları olduğunu söyler. Ama, hiç bir kuşun haberlerinin olmadığını, herkesin padişahının daima Simurg olduğunu belirtir. Ancak, binlerce nur ve zulmet perdelerinin arkasında gizli olduğu için bilinmediğini ve onun “bize bizden yakın, bizimse uzak” olduğumuzu anlatır. Simurg’u arayıp bulmaları için kendilerine kılavuzluk edeceğini ilave edince; kuşların hepsi de hüthütün peşine takılıp onu aramak için yollara düşerler. Kuşların hepsi de Simurg’un sözü üzerine yola revan olurlar…
Ama, yol çok uzun ve menzil uzak olduğundan; kuşlar yorulup hastalanırlar. Hepsi de, Simurg’u görmek istemelerine rağmen, hüthütün yanına varınca “kendilerince geçerli çeşitli mazeretler söylemeye” başlarlar. Çünkü, kuşların gönüllerinde yatan asıl hedefleri çok daha basit ve dünyevî’dir (!) Örnek olarak, bülbülün isteği gül; dudu kuşunun arzuladığı abıhayat; tavuskuşunun amacı cennet; kazın mazereti su; kekliğin aradığı mücevher; hümânın nefsi kibir ve gurur; doğanın sevdası mevki ve iktidar; üveykin ihtirası deniz; puhu 
kuşunun aradığı viranelerdeki define; kuyruksalanın mazereti zaafiyeti dolayısıyla aradığı kuyudaki Yûsuf; bütün diğerlerinin de başka başka özür ve bahanelerdir. 
Bu mazeretleri dinleyen hüthüt, hepsine ayrı ayrı, doğru, inandırıcı ve ikna edici cevaplar verir. Simurg’un olağanüstü özelliklerini ve güzelliklerini anlatır. 
Hüthüt söz alır ve şunları söyler. Söyledikleri, ayna ve gönül açısından ilginçtir:
Simurg, apaçık meydanda olmasaydı hiç gölgesi olur muydu?
Simurg gizli olsaydı hiç âleme gölgesi vurur muydu?
Burada gölgesi görünen her şey, önce orada meydana çıkar görünür.
Simurg’u görecek gözün yoksa, gönlün ayna gibi aydın değil demektir.
Kimsede o güzelliği görecek göz yok; güzelliğinden sabrımız, takatımız kalmadı.
Onun güzelliğiyle aşk oyununa girişmek mümkün değil.
O, yüce lûtfuyla bir ayna icad etti.
O ayna gönüldür; gönüle bak da, onun yüzünü gönülde gör!
Hüthütün bu söylediklerine ikna olan kuşlar, yine onun rehberliğinde Simurg’u aramak için yola koyulurlar. 
Ama, yol, yine uzun ve zahmetli, menzil uzaktır…
Yolda hastalanan veya bitkin düşen kuşlar çeşitli bahaneler, mazeretler ileri sürerler. Bunların arasında, nefsanî arzular, servet istekleri, ayrıldığı köşkünü özlemesi, geride bıraktığı sevgilisinin hasretine dayanamamak, ölüm korkusu, ümitsizlik, şeriat korkusu, pislik endişesi, himmet, vefa, küskünlük, kibir, ferahlık arzusu, kararsızlık, hediye götürmek dileği gibi hususlarla; bir kuşun sorduğu “daha ne kadar yol gidileceği” sorusu vardır. 
Hüthüt hepsine, bıkıp usanmadan tatminkâr cevaplar verir ve daha önlerinde aşmaları gereken “yedi vadi” bulunduğunu söyler. Ancak, bu “yedi vadi”yi aştıktan sonra Simurg’a ulaşabileceklerdir. Hüthütün söylediği, “yedi vadi” şunlardır. 
VADİLER
MERHALELER 
1.Vadi
İstek
2.Vadi
Aşk
3.Vadi
Marifet
4.Vadi
İstigna( Nazlanma)
5.Vadi
Vahdet
6.Vadi
Hayret
7.Vadi
Yokluk (Fenâ)
BEKÂ
Kuşlar gayrete gelip tekrar yola düşerler… 
Ama, pek çoğu, ya yem isteği ile bir yerlere dalıp kaybolur, ya aç susuz can verir, ya yollarda kaybolur, ya denizlerde boğulur, ya yüce dağların tepesinde can verir, ya güneşten kavrulur, ya vahşi hayvanlara yem olur, ya ağır hastalıklarla geride kalır, ya kendisini bir eğlenceye kaptırıp kafileden ayrılır. 
Bu sayılan engellerin hepsi de Hakikât yolundaki zulmet ve nur hicaplarıdır. 
Bu hicaplardan sadece otuz kuş geçer. 
Bütün vadileri aşarak menzil-i maksudlarına yorgun ve bitkin bir halde uzanan bu kuşlar, rastladıkları kişiye kendilerine padişah yapmak için aradıkları Simurg’u sorarlar. 
Simurg tarafından bir görevli gelir…
Görevli, otuz kuşun ayrı ayrı hepsine birer yazı verip okumalarını ister. Yazılarda, otuz kuşun yolculuk sırasında birer birer başlarına gelenler ve bütün yaptıkları yazılıdır.
Bu sırada, Simurg tecelli eder… 
Fakat, otuz kuş, tecelli edenin (!) bizzat kendileri olduğunu; yani, Simurg’un mânâ bakımından otuz kuştan ibaret olduklarını görüp şaşırırlar. 
Çünkü, kendilerini Simurg olarak görmüşlerdir. 
Kuşlar Simurg, Simurg da kuşlardır. 
Bu sırada Simurg’dan ses gelir: 
Siz buraya otuz kuş geldiniz, otuz kuş göründünüz. Daha fazla veya daha az gelseydiniz o kadar görünürdünüz. Çünkü, burası bir aynadır!
Hasılı, otuz kuş, Simurg’un kendileri olduğunu anlayınca; artık, ortada, ne yolcu kalır, ne yol, ne de kılavuz... 
Çünkü, hepsi BİR’dir. 
Aynı, aşıkla, maşukun aşkta; habible, mahbubun muhabbette; sacidle, mescudun secdede; bir olması gibi...
Aradan zaman geçer, “fenâda kaybolan kuşlar yeniden bekâya dönüp”, yokluktan varlığa ererler…”  

Kaynak: Tamer AYAN

Çok güzel değil mi ? Güç kendi içimizde. Hayatta bir çok şeyle karşı karşıya kalıyoruz. Kimi zaman bir gülün peşinde avare oluyor, ertesi gün daha iyi bir kariyer peşinde koşuyoruz. Ve tabi ki gerçekleşmesini umduğumuz birçok arzumuz ev, araba, para güzellik, gençlik, güç kudret....
Peki bu arzularımıza kavuşamadığımızda, peşinde avare olduğumuz gül solduğunda, işimizden olduğumuzda, bir evimiz olmayıp kiralarda süründüğümüzde yada otobüslerde ayakta gitmekten sıkıldığımızda....
Korku, ümitsizlik, hayal kırıklığı, çağresizlik, kibir, gurur, kararsızlık, vefa ve vefasızlık.... birçok duygu yakamızı bırakmıyor. Güçsüz kalıyoruz, düşüyoruz, hergün daha fazla çöküş hergün biraz daha yıkılış..

 Aklımızda bir tek cümle (soru)..: Nerde benim kurtarıcım. Biri güç verse biri kurtarsa beni bu hayattan..
İşte bu hikaye tam da bu sorulara cevap.. Güç zaten en başından beri bizimle.. Biziz o güç. Bunu görmek içinse aynada gördüğümüz kişiye daha dikkatli bakmamız yeter...

Geldik bugünki yolculuğumuzun sonunaa.. Her ne sürç-ü lisan ettiysek affola.  MAY THE fORCE BE WITH YOU (GÜÇ SİZİNLE OLSUN) 
Not: Bu aralar çok fazla Star Wars izlediğimi düşünebilirsiniz. Çok sevdiğim klasiklerdendir ayrı ama yazıyı yazarkende hep aynı söz geçip durdu aklımdan. Yazmadan edemedim.

Barışla kalın.Hoşçakalın  




15 Eylül 2010

CANIM SEVMEK İSTİYOR SENİ


Öncesinin ve sonrasının arasına alıp değil,alışılmış bir tören gibi değil.Hiç dokunmadan,belki de gözlerine bakmadan,konuşmadan belki belki de her zaman yaptığımız gibi değil..


Canım yalnızca sevmek istiyor seni.Unutup,tekrar hatırladığım çok sevdiğim bir şarkıyı hiç bıkmadan defalarca ara vermeden içten içe mırıldanıp zamandan koparıp alır gibi..


Canım yalnızca sevmek istiyor seni.Saçlarını yüzünden ayırıp,gözlerini kirpiklerinden, ellerini bileklerinden,ismini bedeninden ayırıp,ayrı ayrı bir evin odalarını gezer gibi,keşfeder gibi, ilk kez ve merakla ve hayranlıkla,bir kırmızının detayında dakikalarca takılıp bakar gibi canım yalnızca sevmek istiyor seni..


Canım yalnızca sevmek istiyor seni,nereye varacağını bilmediğim bir kaçamak yolculuğa,sırf aklıma esti diye,sevdiğim hiçbir eşyayı almadan yanıma çıkar gibi..Süregelen bir sevgiyle değil,öğretilmemiş,bilmediğimiz biçimlerde,kuşların kanatlarını açıp,özgürlüğe süzülmesine yarayan içgüdüleriyle,içimden geldiği gibi canım yalnızca sevmek istiyor seni.Tarifsiz bir hisle sevmek istiyorum seni.

Tatlı,ekşi ya da tuzlu değil,bilmediğim bir tatla,bir duyguyla.Öyle,bir meyvenin tadını alır,bir kitabın adını okur gibi değil; bir yaz günü tenine vuran sıcaklığı gibi güneşin,serin bir akşamın denizden esen rüzgarıyla içine işlediği yosun kokuları gibi,anlatamadığın ama bırakmak istemediğin,bitmesini istemedigin bir hisle..










CANIM YALNIZCA SEVMEK İSTİYOR SENİ..
NE UMUT ETMEK,NE DE BEKLEMEK..BASKA HİÇBİR ŞEY....




[Alıntı]

1 Eylül 2010

Angut kuşu



Angut kuşu'nun eşi öldüğü zaman (yanına o anda başka bir yırtıcı hayvan veya bir insan gelse dahi) gözlerini bir dakika bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar onun baş ucunda bekler..
İşte bu canlının yaptığı en büyük "Angut"luk budur.. Ayrıca bu olay bütün Angut kuşları için geçerlidir, arada bir görülen birşey değildir.. Çok ürkek bir hayvan olmalarına rağmen eşinin ölüsünün başında bekleyen Angut kuşuna elinii uzatsanız dahi oradan kaçmaz..
Hani derler ya "Angut gibi bakmasana".. Keşke herkes Angut gibi bakabilse değer verdiklerine..
Bundan sonra bazılarına "Angut" demeden önce bir kere daha düşünün.. Bir "Angut" bile olamayan o kadar çok insan var ki artık günümüzde...(alıntı)
Artık günümüz insanı ne ye değer verir oldu ki. Sevdiceğine versin. Herkeste yenisine sağlık anlayışı hakim. Birkere sen eskisine değer vermezken yeninin kıymetini nasıl bileceksin diye sorarlar adama. Ama bu tür insanların mutlaka onada verilecek bir cevabı vardır.
Tarihimize sahip çıkmıyoruz. Daha geçen aylarda müzelerdeki sayımlar ortaya çıkardı ne kadar değer verdiğimizi... Kültürel değerlerimize sahip çıkmıyoruz. Geleneklerimize, örfümüze sahip çıkmıyoruz. Aslında daha bir çok şey sayarım da siyasi bi yazıya dönmesini istemiyorum. Çünkü bu blog altında siyasete yer vermek istemiyorum. Lakin ülkem gündeminde başka bir şeye de yer verilmiyor. Ne yazıkki gerçekten çok üzüldüğümde paylaşmadan yapamıyorum.
Evet bir çok değerimizi kaybediyoruz ve bakıyoruz. Angut gibi diyeceğim ama angutun değerine sahip çıktığı için baktığı yazımın başında anlatılıyor. O zaman biz değerlerimizi kaybederken elimizden akıp giderken trene bakar gibi bakıyoruz.

Barışla Kalın Hoşçakalın....