30 Ağustos 2010

YALNIZLIK NEDİR





"Yalnızlık nedir?" diye sordu çocuk
Gülümsedi kadın
"Memeden kestiğimde seni
İçimde doğan boşluk gibidir" dedi.

"Kokundan uzak kaldığım an gibi mi?" dedi çocuk
"Ses sağnağında yüreğine tek bir tınının değmemesi gibi,
Düşsüz uyku gibi,
Renksiz düş gibi,
Çocuksuz ana kucağı gibi" dedi kadın.

"Yalnızlık nedir?" diye yeniden sordu çocuk
"Aşksız bahar gibi,
Kokmayan çiçek gibi,
Arı konmayan renk gibi" dedi kadın.
Hüzünlendi çocuk,
Gamzelerine iki büyük çaresizlik doldurarak
"Yalnızlık yavrusunun gözlerindeki çaresizlik gibidir" dedi kadın.



"Ağlatacak kadar güçlü müdür?" dedi çocuk,
Sarıldı kadın çocuğa
"Sana akan bu sevdam kadar keskindir" dedi
"Gülümsemene büyüttüğüm umudum kadar güçlü.."

"Acıtır mı insanın canını?" dedi çocuk
"Seni kaybetmenin korkusu kadar acı,
Senin gözyaşlarının ateşinden daha yakıcı" dedi kadın.

"Hep yalnız mıydın?" dedi çocuk
Daldı anılara kadın,
Eski bir aşkın kalıntılarında dolaştı biraz,
Biraz eski mutluluklara dokundu.
Çekingen.. Biraz da özlemli
Bugündeki yalnızlığını yaratan büyük aşkını düşündü.

"Hiç bitmez mi yalnızlığın?" dedi çocuk
O'nun gibi bakmayan
O'nun gibi gülümsemeyenler geldi aklına.
O'nun sarmalarındaki sıcaklığı yaşatamayanları düşündü.
"Büyük aşklar büyük yalnızlıklar doğurur` dedi kadın
Sarıldı çocuğa kadın
Umuda sarılır gibi
Yalnızlığını yıllara gömer gibi
Sarıldı sevdasının en güzel meyvesine...

Gassan Satar

27 Ağustos 2010

MEMLEKETİM İZMİR

İZMİR

Türkiye’den sıkıldığım zaman İzmir’e giderim ben.
Simite gevrek deriz biz...
Çekirdeğe çiğdem.
Kordon elektrik aleti değildir.
Kumru da kuş değildir  bizim için...
Yengen’i yeriz.
Sen sigorta dersin...  Biz asfalya deriz.
Uzatmayız... Gidiyom geliyom deriz.
Domates dediğin, domat işte.
Evimiz isterse 800 metrekare olsun, balkonda otururuz. Hıdrellez filan gibi mazeretler uydurur, sabaha kadar sokaklarda içeriz. Bi oturuşta 60’ar 80’er midye yeriz, istifno severiz, cibez’e bayılırız; gece 3-4 gibi boyoz’a dalmazsak, kan şekerimiz düşer! Boş lafa karnımız toktur bu arada, tırışkadan teyyare gibi atasözlerimiz vardır...

*

Paraşüt kulesinden atlamayana kız vermezler; kızlarımızı da tavlayamazsın ha... Canı çekerse, o seni tavlar! Liseye giden kızının erkek arkadaşının olması kasmaz babaları; kendilerinin de kız arkadaşı vardı lisede... Bak iddia ediyorum, okey şampiyonası düzenlense, İzmirli kadınlar alır kupayı... Erkekleriyle kahveye giderler çünkü... Şaşırdın di mi? Al buna da şaşır, nargile içerler... Askılı giyerler, şortla gezerler, öküz gibi bakarsan, bi çakar, bi de duvardan yersin... Gönül Yazar’ız, Sezen Aksu’yuz; bir gül takıp da saçlarına, çıktı mı deprem sanırdın kantosuna, Karantinalı Despina’yız... Sensin Varoş! Biz tenekeli mahallede bile el ele gezeriz.

*

Erkeklerimiz de fena değildir hani... Detaya girmeyeyim, Ayhan Işık, Metin Oktay, Mustafa Denizli mesela, bi fikir verir sana... Ertuğrul Özkök’ün kırdığı cevizleri okuyoruz; eşi kafasına ütü atmış... Ayıptır söylemesi, Mahsun Kırmızıgül’le Alişan’ı ayırt edemeyiz biz.

*

Gülümseriz.

*

Enginarın başkentidir; İzmirlidir incir. Kazandibi hemşeri... 78 çeşit köftemiz olduğu için, McDonald’s’ın bunalıma girdiği tek şehirdir... Zeytinyağı severiz, dünyanın en boktan durumuna bile düşsek, zeytinyağı gibi üste çıkmayı daha çok severiz... Sana ne birader, keyfimizin káhyasıyız, yazlıklara gitmek için 8 şeritli otoyol yaptık; Güzelbahçe, Seferihisar, Urla, Karaburun, Çeşme, öbür tarafta Dikili, Foça, çipurayız... Pak Bahadur’u özleriz... Durup dururken faytona bineriz, bi yere gitmeyiz aslında, öööle turlarız... Hava güzel, daralırız, okulu ekeriz. Mezun olduktan sonra öğretmeniyle kadeh tokuşturmayan öğrenciyi zor bulursun İzmir’de.

*

Siz sembol diyorsunuz ama, saat kaç diye Saat Kulesi’ne bakanı bulamazsın, altında buluşanlar bile zahmet edip kafasını kaldırmaz, birbirine sorar saati! Rahatızdır... Çocukları Kemeraltı’da kaybederiz, alışverişe devam ederiz, esnaftan biri bulup getirir, çıkışta Kemeraltı Karakolu’ndan alırız... Ağlayıp zırlamak bi yana, çoğu dondurmayı bitirmediği için ayrılmak istemez karakoldan, iyi mi... Aceleye gelemeyiz! Bir sene önceden duyurmaya başla, de ki, 22 Ağustos saat 20’de tiyatro başlıyor... 20.30’da geliriz... Sanatçılar da İzmirliyse, tiyatro zaten 21’de filan başlar... Uçak 6 saat rötar yapsın, istifimizi bozmayız, bizim için ekstra bira içme vesilesidir bu... Kuyruk olmaz, çünkü kuyruk varsa, İzmirli sıkılır, gider. Pratiktir... 201 sokağı bulduysan, yanındaki 202’dir. Tek tek isim vermeye üşeniriz.

*

35’imiz var.
35 buçuğumuz da var.
34 plaka gördük mü, kapışırız... Arkadan sirenleriyle isterse Cumhurbaşkanı gelsin, bana mı sordu, tarladan gitsin, makam arabasına yol vermeyiz.

*

Özetle, arızayız!

*

Erkek çocuklarına en çok "Efe" adı konulan şehirdir orası... Zeybek duyduğumuzda, içimiz cız eder, kalkar oynarız. Hasan Tahsin orada, Kubilay orada, Latife Hanım orada, Zübeyde Hanım bize emanet, bize... Mustafa Kemal de, ağlar kadınlarımız... Sokak sokak, bulvar bulvar, Milli Mücadele Müzesi’dir... İstanbul’daki gibi Birinci Ahmet Çeşmesi falan yoktur orada... Ankara’daki gibi Cinnah Caddesi, Arjantin Caddesi de bulamazsın pek... Recep Tayyip Erdoğan Kavşağı’nı teklif etmez hiç kimse.

*

Bakın, Tayyip Erdoğan dedim, aklıma geldi... Bugün İzmir’de miting yapacakmış Başbakan.

*

Kendisine ev sahibi olarak, Ayla Dikmen’in Kordon’da üstü açık otomobille gezerken söylediği ve Türkiye’nin anca yıllar sonra keşfettiği parçasını armağan ediyorum: "Ben söylerken gülmedin mi? Falımızda ayrılık var demedim mi? Anlamazdın, anlamazdın..."

Yılmaz ÖZDİL-15.03.2009 - Hürriyet



 Sevgili Yılmaz Özdilin '09 yılına ait güzel bir yazısı.. İzmirli olmayı çok güzel anlatmış yazısında. En son bodrumu anlattım size kaldı. İzmirimin nesi eksik.

Ama bugün hazıra konmak istiyorum nedense. Kendim yazmaktansa hazır yazılmışını kullanmak. Yanlış anlaşılmasın üşengeçlik falan yapmıyorum. Sadece ben daha güzel ifade edemiyorum. Kelimeler kifayetsiz kalıyor bu şehre...



 İZMİRLİ KADINLAR

Hep yeni yıkanmış balkonlarda mi yaşarlar?
Yoksa aksam sefası çiçeği gibi ikindileri açılıp saçıldıkları için mi kalır insanın aklında o balkonlu, kadınlı, İzmirli fotoğraflar?


Hesapsız kahkaha atmasını...
Sokaktan tek kişilik bir fener alayı gibi geçmesini...
Erken yasta rakı içmesini...
Asfalyaları attığı vakit "efelik" yapmasını...
Çatlata çatlata oynamasını...
Takıp takıştırıp püfür püfür salınmasını ve daha neleri neleri...
İşte her nasılsa, daha en başından öğrendikleri için bütün bunları, güngörmüş adamlar bilir "İZMİRLİ KADINLAR" dendi mi, işte orada durmasını.


Canım, "dalgalıysa" eğer atlamadan önce durup denizin dibine bakılmaz mı?
"Dibe çakılır mıyız?" hesabı!
İzmirli kadınlar... Hayat kıvamındadır İzmir'in kadınları.
Nasıl hayatta ayrıştırılıp çizilecek bir şey yoksa, onlar da işte tam öyle.
Yani ya akarsın onunla; Ya akmaz, durursun kenarda.
Yok öyle durup dibine bakmaca...


Hep soruyorlar ya:
"Neden bu kadar güzel İzmirli kadınlar?"
Zira hep onlarda kıkırdamalar, kahkahalar ve kışkırtıcı şımarıklıklar...
"Deniz lekesi..." var onlarda.
Nasıl denir ki? Ben Ankara'da gördüm az konuşan, az gülen, ciddi duran, füme rengi kadınları…
Görünüp görünüp kaybolan, "muamma" taklidi yapanlar da İstanbul'un meselesi…
Ben sanırdım ki, hayatin yakasında bir hercai menekşe gibi durur her yerde kadınlar.
Öyle değilmiş meğer...
Ne yapsan çıkmaz ya denizin lekesi, o da var İzmir’in kadınlarında...

ECE TEMELKURAN


EEEE Doğru söze ne hacet. Üniversiteye gittiğimde ilk sene duyduğum tanışma cümleleri de aynen böyleydi. Nerelisin
İzmirliyim
Hımmmm belli oluyo.

Demekki belli ediyoruz İzmirli olduğumuzu..

Bu yıl 79. su düzenlenen İzmir Enternasyonel fuarı bugün ziyaretçilerine kapılarını açıyor. Her sene büyüklerimizin ağzından dökülen fuarın eski tadı kalmadı cümlelerine rağmen bu yılda katılımın yüksek olmasını umuyoruz. Zira İzfaş Büyükşehir Belediyesi ve diğer katılımcıların sayesinde bu sene etkinlik takvimi bir hayli yoğun. Hepinizi şimdiden bekliyoruz. ( etkinlikte yer alan programları diğer postta sizlerle paylaşacağım )


Evet son cümlelerimi kurmadan önce bayram programımı yaptığımı söylemek istiyorum. Bayramda  çıkacağımız seyahat dalamana doğru olacak. Dalaman ve çevresini fotoğraflayıp sizinle seve seve paylaşıcağımı şimdiden belirteyim..

Barışla kalın Hoşçakalın

Bilgisayarııımmm

Aslında sizinle birazdan yazacaklarım yerine izmirle ilgili bir yazı sunacaktım. Lakin canım çoook sıkkın. dün gece itibariyle evdeki bilgisayarımla yollarımızı ayırdık. Kendisi bizi terk etti. Ya terk edilmek koymuyor.

Sonuçta eskisi gider yenisi gelir. Ama giderken yanında götürdükleri yokmu?. O  adama acı veriyor işte.
2005 te üniversiteden mezun olduktan sonra almıştık. Yıllardır gözüm gibi bakıyorum. Ama bir iki senedir sürekli problem çıkarır olmuştu. Tamam bu problemler benden de kaynaklanıyor olabilir. Çok fazla şey yükledim üzerine çok gittim... Ne yapsaydım yani ben sadece herşeyimi onunla paylaştım. Ama onun bakımına da özen gösterdim. Sürekli güncelledim. Onun için yenilikleri takip ettim. Ama o ne yaptı. Birden bire hiç belli etmeden gideceğini terk etti beni.

Ne bileyim gideceğini belli etseydi gerekli tedbirleri alırdım bende. Sadece yavaşlamıştı ilişkimiz. Ben bir program üzerinde çalışıyorsam başka bir programı açmak için beklemem gerekiyordu. Ben izmirin sıcaklarına daha fazla dayanamadığını düşünüyor ve performanısın düşüklüğünü buna bağlıyordum.
Sonuçta beni terk etti. Ve giderken yanında özenle oluşturduğum koleksiyonlarımı da aldı gitti. Neler paylaşmamıştım ki onunla. Barış Manço ve Atatürk resimleri koleksiyonumun en nadide parçalarıydı. Yıllardır özenle biriktirdiğim onca resim. Klasik müzik arşivim, Anadolu rock arşivim, film koleksiyonum ve bollywood film koleksiyonum.. Hepsi onunla birlikte gitti. Bununla kalsa iyi. Kendi resimlerim, ailemin ve dostlarımın resimleri. Kardeşime ait özel dosyalar. Artık benden çook uzaktalar.
Onu tekrar geri getirmesi için kardeşime başvurdum. Yardımını esirgemedi sağolsun. Sonuçta o da onunla birçok şey paylaştı. Ama geri dönüş yok. Bilgisayarım hiç açılmıyor. Açlısa da bilgilerimizin içinde yer aldığı hard diske ulaşılamıyor. Harddiski kopyalamıştık ama açılmadığı için onuda kurtaramıyoruz şu anda.

Kardeşim teknik cümleler kurup daha anlaşılır bir şekilde size bunu açıklayabilir mutlaka ama benim anladığım tek şey bilgisayarım tarafından terk edildim. Değer verdiğim herşeyi de beraberinde götürdü.
Anlayacağınız canım sıkkın.
Ama izmir bu ara çok hareketli. 79.cu İzmir enternasyonel fuarı bugün açılıyor. Yoğunluğu tarif edemem. Kapıda zırhlı araçlar duruyor. Güvenlik hat safhada demek doğru olur. gönül rahatlığı ile fuarda eğlenebilirsiniz. Fuar ile ilgili ayrıntılı bilgileri ve fuar takvimini sizinle en kısa sürede paylaşırım. Hatta izmir yazıma eklesem fena olmayacak.
Barışla kalın. Hoşçakalın....

21 Ağustos 2010

ATATÜRKİYE

Bu aralar tahmin edemiyeceğiniz bir gelecek kaygısı yaşıyorum. Korkuyorum yarınların bana ne getireğinden. Önümü göremiyorum. Çok huzursuzum. İleride doğacak çocuklarım için endişeleniyorum. 

Sorun şu anda Türkiyemin yaşadığı buhranlı durum. Siyasi partilerin oynadığı çirkin oyunlar. Çünkü görüyorum ki bazı şeyler siyaset yapmaktan çok uzak şeyler. Din ile siyaset yapıyorlar, milliyetçilikle, ırkla siyaset yapılıyor. Bu bir ülkeyi bütün haline getirmez. Aksine param parça yapar. Osmanlının son dönemlerine bakalım. Neden parçalandığı çok aşikar. Azınlıklar. Ne zaman azınlıklar benim haklarım demeye başladı Osmanlı önce kendi içinde parçalandı. Koskoca Osmanlı devletini yıkan dış kuvvetlermiydi. Tabi ki hayır. Hangi ülke kafa tutabilir ki Osmanlıya. Ne yaptılar. Kendi içinde böldüler Osmanlıyı. Parçalamak daha kolaydı çünkü. Nitekim de parçaladılar. 
Şimdi aynı oyunları güzel Ülkem için de yapmaya çalışıyorlar. Biz de bakıyoruz. yok kürt, yok laz, yok çerkez, yok alevi.. Ne oluyor yaa.. Hepimiz bu ülkenin ekmeğini yemiyor muyuz. Hepimiz bu havayı solumuyor muyuz. Neden biri çıkıp demiyor. Bu ülkede herkes hak ve hürriyet bakımından eşit. Sadece yazılı olarak yer alması neyi değiştirir ki. Bastıra bastıra söylemedikçe. Ne kürdün benden bir farkı var ne de benim bi kürtten farkım. Eşitiz. Bunu anlamak neden bu kadar zor. Nedendir benim kendi dilim kendi rengim. Nedendir illa uygulanmak istenen baskı. Çok mu zor türkçe konuşmak bir dil altında bütünleşmek. Hiç sanmıyorum. 

Ya da bir din muhabbetidir gidiyor. Bende müslümanım Allahıma şükür. Bende ramazanda orucumu tutuyor, kurbanda allahın emrettiği kurbanımı kesiyor, namazımı kılıyor, Kuranımı okuyorum. Ama bu ülkeyi ve Atatürkü de çooook seviyorum. Neden ikisi bir arada olmaz gibi düşünülüyor artık.
Oluurr. Hem de çok güzel olur. Canım babanem okula başlamadan önce namaz surelerini öğretirdi. Sübhaneke ilk öğrettiği duadır. Öyle güzel öğretirdi ki. Selaniklidir babanem. Komşusuymuş Atamın. Daha okula başlamadan ondan öğrendim. Atamın mavi gözlerini sarı saçlarını. Öyle büyük bir sevgiyle anlatırdı ki o sevgiyi yüreğinde hissederdi dinleyen. Bir gece masal olarak atamı anlatıyorsa ertesi gün Peygamberimi anlatıyordu. Pamuk prensesle tanışmam okula başlayınca oldu. Benim masalım olmadı külkedisi. Her cuma börek yapıp dağıtırdı babanem çocuklara. Ağlardı 19 mayıslarda, cumhuriyet bayramlarında Allaha şükrederdi Bu ülkeye Atatürkü gönderdiği için. Takvim alırken hep Atatürklü olmasına özen gösterirdi. Baş ucundaydı Mekkenin fotoğrafı.
Bende onun torunuyum. Hem atatürkçüyüm hemde iyi bir müslüman. Evet türban takmıyorum. Babanem de takmazdı. Başı açık değildi. Ya bildiğiniz başörtüsü takardı. Zübeyde Hanım gibi yapardı daha çok. Çok severdi Zübeyde hanımı. Ne analar var ne çocuklar doğuruyor derdi. Hasta olduğumda önce ilaçlarımı verir sonra başlardı duaya "el benim elim değil Ayşe Anamın eli" diye. 

Oluyor işte ikiside aynı anda oluyor. Ben böyle yetiştirildim. Ne gördüysem öyle de yetiştirebilirim. Çocuklarıma pinokyo yerine kurtuluş savaşı hikayeleri, kırmızı başlıklı kız yerine çocuklarına taş kaynatan kadına Hz Ömerin adaletini anlatırım. İkisini de aynı anda yaşarım. Doya doya. Tüm yüreğimle Atatürkü Türkiyemi sevip kimseye gösteriş yapmadan yaparım ibadetlerimi. Yozlaşmadan yaşarım. İhanet etmeden nankörlük etmeden yaşarım. Nankörlük etmem ki sızlamasın şehitlerimin kemikleri. Boşa olmasın dökülen kanları.

Canım acıyor. İçim almıyor. Bölmesinler ülkemi. Dil uzatmasınlar Atatürküme. Ona söylenen her söz yüreğimde yara. Kan kaybediyorum. Tamam deseler ver canını bir daha tek bir söz söylemeyeceğiz onun hakkında. Bir an düşünmem. Akıtırım kanımın son damlasına kadar.
Ama yeterki bölünmesin ülkem. Çıkmasın biri ben özerklik istiyom diye. Nasıl bi kansızlıktır yaa. Ekmeğini yediğin vatana yapılırmı bu ihanet. 

Her kurumda mutlaka kırık bir yapı vardır. Ordunun içinde de vardır. Meclisin içinde de. Hatta en küçük kurum olan ailenin içinde bile. Ama bu yüzden ailenin tümü parçalanmaz. Düzeltilmeye çalışılır. Yada sen çık bu ailenden hainsin denmez. Yargılanmaz. Eğer bir takım hatalar varsa, bir takım yanlışlar varsa aile büyüğü önce kendine bakmalı biryerlerde yanlış yapmış olabileceğini düşünmeli. Varsa eğer önce onu değiştrimeli. Sonra orta yolu bulmalı. Yargısız infaz omaz. Bu aileyi böler. Çünkü mutlaka ailede onada hak verenler olacaktır. Diğerlerine de. Kime ne faydası olur ki. Önemli olan bütün kalabilmek.

Atam bunu yaptı. Bölünen ülkemi yeniden kurdu. Şimdi nedir bu tekrardan bölme çabası. Varsa çatlaklar kapatılır. Ama bölmek yanlış. Yargısız infaz yanlış. 

Son sözüm Ben MÜSLÜMAN BİR ATATÜRKÇÜYÜM. BEN TÜRKÜM. BEN KANININ SON DAMLASINA KADAR TÜRKÜM. NE MUTLU Kİ TÜRKÜM. MÜSLÜMANIM VE ATATÜRKÇÜYÜM. 
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE..

Türkler size ilişmedikçe sizde onlara ilişmeyiniz. Çünkü milletimin mülkünü ve Allah’ın ona olan ihsanını en evvel Kantura (Türk) nesli alacaktır. İmam Taberani (Mu’cem’ül-Kebir ve Mu’cem’ül Evsat isimli eserinde)
Taberi şöyle anlatmaktadır: Hz. Peygamber Arap kabilelerin hücumu yılında (Hendek savaşı) Medine’nin etrafında kazılmak istenen hendeğin sınırlarını çizdi... Biz hiçbir zaman bu sınırları aşmak istemiyorduk. Salman hendekten çıkarak Hz. Peygamberin bulunduğu yere geldi. Bu sırada O bir Türk çadırını kurmakla meşgul bulunuyordu. (et-Taberi II. S:568)
Hıfz, on kısma ayrılmıştır: Dokuzu Türkler’de, biri diğer insanlardadır. (Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi (Ramuz’ul-Ehadis 4140 nolu hadis)
Hıfz kelimesi bazı kitaplarda hafızlık, kavrama kabiliyeti olarak tercüme edilmiştir. Merhum Mehmed Vani Efendi’ye göre ise muhafazakârlık yani dinini, milletini, vatanını, maddi ve manevi değerlerini, örf ve âdetlerini, namusunu koruma duygusunun her milletten çok Türk milletindedir.

Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum."
-Mustafa Kemal Atatürk- 
"Sonra Kuran'ın tercüme ettirilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye tercüme ediliyor. Hz. Muhammed'in hayatına ait bir kitabın tercüme edilmesi için de emir verdim." (Atatürk'ün Temel Görüşleri, Fethi Naci, s.55)
"Camilerin mukaddes mimberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 1, s. 225)
"Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93)

Önce Türklerle ilgili bir kaç hadis ardından da Atatürkümün müslümanlıkla ilgili sözlerine yer verdim. Bu bölmek isteyenlere kabaca tabir etmek gerekirse kapak olsun....
BARIŞLA KALIN HOŞÇAKALIN.. 

18 Ağustos 2010

Sevgi neydi Sevgi Emekti

Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın paran var, pulun var, herşeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak,yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak ama nasıl yakışmaz sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saaddeti çok gören. Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor ama ben boşuna konuşuyorum sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum.. Hıh, sen büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim Bey!! Sen mi büyüksün hayır ben büyüğüm, ben, Yaşar usta. Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç. Gözümde pul kadar bile değerin yok ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiç birşey yapamayacaksın yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun. Dokunma artık aileme! Dokunma çocuklarıma! Dokunma oğluma! Dokunma gelinime! Eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemis olan ben, Yaşar usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni!! Anlıyor musun vururum ve dönüp arkama bakmam bile! (Münir Özkul)


Ne güzel bir filmdir bizim aile. Aile bağlarını, sevgiyi, birlikteliği, dayanışmayı ne güzel anlatır. Münir Özkul'un bu repliği de unutulmazdır. Bir babanın ailesi için neler yapabileceğinin en güzel kanıtıdır kurduğu cümleler. 

Sevgili seyri sefaa yolcuları ben bugün yeşil çam havasındayım. Ne dersiniz bugün ki seyehatimizi eski trük filmlerine yapalım mı.. Evet. Yapalım. 


Bana sorarsanız aşklar sevgiler dostluklar hepsi eski türk filmlerinde kaldı. Okadar güçlü değil şimdi ki duygular. Hep böle eskilerin güzelliklerinden bahsederken tek bir mısra geçer aklımdan "Biz büyüdük ve kirlendi dünya" . Hep eskiden aşklar şöyleydi, böyle fedakardı aşıklar, ah eski bayramlar, eski yılbaşları denir. Denir de değişen nedir. Biz. Eğer bizsek değişen neden eskisi gibi yaşamıyoruz. 
Çok mu zor bir sevgiyi gönülden paylaşmak, çok mu zor sevdiğinin gözlerine bakarken mutlu olmak yada gerçekten sevmek birini çok mu zor. Neydendir kaçışımız yalanlarımızın sebebi nedir. Neden nefret ediyoruz neden yalanlar söylüyoruz yada sevdiğimizden yalanlar dinliyoruz. Çok mu zor bir bayram tatile 5 yıldızlı bi otele gitmeyip akrabalarımıza bir kutu baklava alıp gitmek, bir çocuğun eline 3-5 kuruş sıkıştırıp mutlu etmek.... hiç sanmıyorum. Ya demode olmaktan korkuyoruz yada vaktimiz yok. Sanki eskiden 24 saat değildi bir gün. 
Sevmek için çaba sarf ediyorum çoğu zaman. Seviyorum da ama bi bakıyorum yalan dolan. Çünkü alışık değil kimse gerçek sevgiye alışmışlar bir kere yalana. İnanmıyor bilmiyor nasıl birşey sevgi. Fedakarlık. 


Neden bir Asya gibi sevemiyoruz İlyası. İlyas neden bırakıp herşeyi geride sevmiyor bizi Asya gibi.. Bir Cemşit olmak çok mu zor. Fedakar olmak karşılıksız vermek bir sevgiyi..Çok mu zor artık birinin Al yazmalısı olmak yada Selvi boylum demek birine....
Nasıldı:


Sevgi neydi:
Sevgi emekti.
Elinden tutsam benimle gelir mi?
Seninim işte alıp götürsene beni
Gözlerine baksam bir daha geri dönemem
Kadınım alyazmalım Asyam
Elimi tuttu sımsıcaktı
Yüreğim kaydıysa günah mı











Peki zengin erkek fakir kıza aşık olmazmı artık. Çok mu zor gelir babasının parasını bırakıp arkasında sevdiği kız koşmak. Kız sevemez mi zengin olsa da sevdiceği..Hoş şimdiki kızlar zaten zengin koca derdinde dediğinizi duyar gibiyim.. Haklısınız galiba. Belki de şöle sormalıyım. Çok mu zor zengin erkek herşeyi bırakıp size geldiğinde soğan ekmek bile yemek büyük bir sevgiyle..


Sevemez mi insan kanlısını. Şartmıdır aynı ırktan aynı etnik kökenden aynı renkten olmak. Yürek bu sever belki de Dila Hanım gibi kocasının katili Rıza Beyi. Aşk ya bu çevirir en büyük nefreti büyük bir sevdaya. Ne töre kalır karşısında ne nefret birleşen eller karşısında. İşte ne vazgeçebilrisin sevdandan ne öldürebilirsin sevdiğini. Sadece beraber ölürsün sevdiğinle. En büyük mutluluğun bu olur..
















Artık sevemezmi Mefaret hanım Kaçakçı Ömer Beyi. Bodrumlular bilir mefaret hanımı.. Ağız birliği etmiştir hepsi saklar neden nasıl öldüğünü kimse konuşmak istemez. Saygılıdır Bodrum Hakimi mefaret hanımla Ömer Beyin o imkansız aşkına. Kalmadı ki böyle sevgiler yada çok zor belkide mefaret hanım gibi sevdiğine ölüm cezası vermektense kıymak kendi canına..



Nasıl astın Mefaret Hanım ipe de kendini
Altın makas gümüş bıçak ile doğradılar tenini
Hakim Hanımın memleketi kütahya tavşan
Hakim Hanım sen ettin bizleri perişan














Böyle işte eski filmler, eski sevdalar.. Ama eskide kalmak zorunda değil. Sevda bu yürek işi.. Yokmu böle sevgi yani sevmez mi kimse kimseyi. İnandıramazsınız beni münir özkul gibi bir baba olmadığına.. Hangi baba ailesi için yapmaz fedakarlık. İnanmam bir insanın sevdiği için ölümü göze alamadığına. Aksi takdirde almasın kimse sevgi lafını ağzına..


Sadece çıkmamıştır daha karşımıza böle bi sevda. Çıkınca biliriz elbet. Yarım kalmaz yüreğimiz. Bir bütün olur cümlelerimiz. Hiç bir mısra kısa kalmaz. 
Belkide biz bakmayı bilmiyoruz. Görmüyoruz gerçek sevdayı.. Bir yara aldıysak herşey yarım mı kalmalı. Başlayabiliriz yeniden. Sevebiliriz. Eski filmlerde hayran olunan ne varsa yaşanabilir. İstemek önemli karşındaki insanı doğru seçmek. Tek gerekli şey açmak yüreğinin kapılarını ardına kadar..


Evet... Ben biraz daha yazmaya devam edersem bu bir blog olmaktan çıkıp bir romana doğru yol alacak..Sizleri sıktıysam affola. Bu aralar böyleyim. Eskiyle yeni arasında takılıp kaldım. Ne eskiye dönebiliyor ne de yeniden kaçabiliyorum. Her ikiside olmak zor. 


Barışla kalın hoşçakalın

17 Ağustos 2010

Aşkı Onarmak

Bedenin yükünü ayaklar taşır, ruhun yükünü yürekler.Bütün ağırlığınızı ve yorğunluğunuzu kaldıran ayaklarınız için rahatlığı ve şıklığı bir arada barındıran ayakkabıyı seçersiniz.Içinizin acılarını sıkıntılarını ,kırgınlıklarını ve hayallerini yüklenen yüreginiz için de huzur verici ve "güzel" bir aşk ararsınız.Zaten aşklar da ayakkabılar gibidir.Bazıları çamur yagmur, toz, toprak, kar buz gibi her türlü "kötu hava" koşullarına dayanıklıdır.Bazıları ise ummadığınız kadar kısa zamanda çabucak "yamulur" ilk yağmurlu havada "altı açılır" veya güzel havalarda bile "iki günde bozulup" gider.Aşklarıda ayakkabılar kadar "itinayla" seçmezseniz,tıpkı ayağınızda oldugu gibi yüreginizde NASIR oluşabilir.Dar gelen bir ayakkabıyı sadece tarzını begendiginiz için "zamanla açılır " diyen satıcıya inanarak alırsanız, zaman içinde ayak kemiklerinizde "deformasyon" başlar.Ruhunuzu daraltan bir aşk içinde yalnızca fiziksel begeniye kapılıp" zamanla düzelir" diyenlere kanarsanız, yine zamanla içinizdeki olumlu duyguların "çarpıldıgını" görebilirsiniz.Aşık olabileceginiz insan türü,tıpki ayakkabılar kadar değisik stillerde, farklı kalitelerde ve sayısız "renktedir".Aşkı bir çesit serüven olarak "spor" gibi yasayanlar, aynen "spor ayakkabı" gibi dikkat çekici ve rahat kişileri bulurlar.Tersine aşkta tutucu ve istikrarlı olmayı benimseyenler "klasik ayakkabı" gibi muhafazakar çizgiler taşıyanlara tutulurlar.Dekolte ayakkabılar gibi sadece cinsellik ve eğlence zevkleriyle ateşlenen aşklar vardır."Bez" ayakkabılar gibi kısa omurlu "tatil aşkları" ise hemen herkesin kişisel tarihinde mevcuttur."Marka" ayakkabı alır gibi,sevgilinin kariyerine ve maddi durumuna "tutulan" aşıklar görürsünüz.Katı plastikten "yagmur çizmesi" edinir gibi mantık süzgecinden geçirip "işe yarar" biçimde yaşamak isteyenleri de bilirsiniz.Ayrıca ne tuhaf ki,psikolojik testlerde "zaafı" olup evine sayısız çesitte ayakkabılar yığan insanların aynı zamanda "değişik" türde aşklara da zaafı oldugu söylenir.Evet, aşk "ayakkabıdır" Aynen ayakkabınıza bakım yapmayıp "hor" kullandıgınız zaman kolayca eskittiginiz gibi, aşkınıza da dikkatli davranmayıp özen göstermediginiz zaman kısa sürede "eskitirsiniz".Ve nasıl ki "delik" bir ayakkabıyı tamir ettirdiginizde yalnızca "bir miktar" ömrünü uzatmış olursanız; "delik" bir aşkı onarmaya kalkıştığınızda da "asla eskisi gibi olmayacaktır"!
Can Yücel


Sevgili Can babanın Aşkı Onarmak adlı eserini sizlerle paylaştım. Ben bu yazıyı seviyorum sizin de seveceğinizi düşündüm. Umarım yanılmam. 
Sadece bir hikaye ile kalmayacağımı bilirsiniz. İşte size ikinci hikayem
 
 
Radyo oyunlarına benzer insan hayatı
Hep arkası yarın! arkası yarın! arkası yarın!
Sanki hep arkalarda kalmışçasına yarın!
Sanki hep arkalarda kalması gerekirmişçesine yarın
Bölük pörçük yaşanırken aşklar, acılar, nefretler
Başka insanların dillerinde, başka oyuncuların yeteneğinde
Radyo oyunlarına benzer insan hayatı
Efektler kimin elinden, seslendirenler kim, konu ne
Bir dinleyici gibi oturursunuz kendi hayatınızın önüne
Meraklanırsanız, heyecanlanırsınız, sinirlenirsiniz de
Oysa kahramanı olduğunuz oyunda
Habersizken olanlardan, olacaklardan
Ağlarken ince ince siz, titrerken yarım yarım..
Radyo oyunlarına benzer insan hayatı
Hep
Arkası yarın!
Arkası yarın!
Arkası yarın!

küçük iskender
 
 
Şey hikaye demiştim ama sanırım daha çok bir şiir oldu. Ama yinede güzel kabul edin...Bazen ne kadar da taraflı oluyorum değilmi..Sevdiğim yerleri, kitapları sevmek zorundaymışsınız gibi. Tabi ki değilsiniz. Herkes aynı şeyi sevseydi birbirimizden ne farkımız kalırdı. Farklılık güzel şeydir. Ama farkındalık farklar arasındaki farkı anlamak başka hazdır. Umarım o farklar arasında beni fark ediyorsunuzdur. 
Rüya aşkların Kenti
 
Rüya aşkların kentisin sen
Birçok  şairin şiiri, yazarın romanı
Sevdalının sevdasısın sen
Büyülersin herkesi yaşlıyı genci
Herşey daha bir güzeldir seninle
Denizin daha mavi yeşilin daha yeşil
Her evin senin kadar saf beyaz
Yıldızların aydınlattığı gecedir muhteşemdir kalen
Ya sevdiğine tekrar vurulur
Yada benim gibi aşık olur sana gelen
dolu dolu yaşadık geceleri dar sokaklarından el ele geçtik
Değirmenlerin olduğu tepeden izlerken seni tekrar aşık olduk
Mavi denizinin karayla buluştuğu yerde
Bir nefes kadar yakınken birbirimize
Sen değilmiydin hafif bir meltemle saçlarımızı okşayan
Sen değilmiydin ufacık bir tartışmamızda
Gözlerimiz ıslanmasın diye yaz yağmurunla bizi tekrar yakınlaştıran
Evet sendin
Beni önce kendine sonra bir hayırsıza aşık edensin
Sen rüya aşkların kentisin
Aşkımın başladığı ve bittiği yersin
Sen bodrumsun 
Gelenin asla geldiği gibi gitmediği yersin
 
Evet bu şiir nacizane bana ait. Eskilerdeeeen çok eskilerden kalma. Üniversite birinci sınıftaydım.
Beni biliyorsunuz ben bodruma aşığım. Krizim tuttu yine.. Biri beni sustursuun.
 
Sizlerle bir şiir daha paylaşmak istiyorum. Ama bu şiirin elime nasıl geçtiğinin hikayesini sona saklıyorum...
 
 
Söylenecek söz çok,
Dilsizim bu ara.
Yürünecek yol çok,
Yorgunum bu ara.
Ruhsuzum bu ara
Bu yüzden dargın mısralar bana..
 
Bu şiiri yazan arkadaşımızın adı Mehmet Çelik. Kendisini tanımıyorum oda beni tanımıyor. Tamamen benim hata sonucu mesajı ona göndermem sonucunda bu şiiri sizinle paylaşma şansım oldu. Yaptığım yanlışlıktan sonra ne diyorsun kardeşim senne şiiri diyen biri de karşıma çıkabilirdi. Ama şiir seven biriyle karşılaştığım için şanslıyız. Sevgili Mehmet Bey'e bu şiiri burada paylaşmama izin verdiği için tekrar teşekkür ederim. Gerçi sonuçta "Yönetici benim İster Yayınlar İster Satarım.."
 
Bugünlük bu kadar 
Barışla Kalın Hoşçakalın..... 
 

İhanet Noktası




Eveeet ikinci yazımla sizlerleyim hemde hiç vakit kaybetmeden.
Bu yazımda sizlere şu an okuduğum kitapdan bahsedip bu kitabı tanıtmak istiyorum. Belki kitabı çoktan okuyup bitirenler vardır. Mutlaka benimle iletişime geçin çünkü gerçekten yorumlarınızı merak ediyorum.
Kitabın şu anda 20. sayfasındayım.amerikan başkanı onun rakibi ve rakibin kızı arasındaki üçgenin iç açılarını ölçmeye ve aralarındaki bağı anlamaya çalışıyorum.

Dan Brown'u seviyorum. Her okuduğum kitabı beni yerime mıhlamış ve kitabı saatlerce elimden bırakamama sebep olmuştur..Neyse Dan'i bilen bilir zaten. Biz kitabımıza geçelim....


İhanet Noktası kadın bir kahraman üstüne kurulu, Ulusal Keşif Örgütü analiz uzmanı Rachel Sexton. Zeki kendisini ülkesine adamış ve yüzlerce gizli projeyi inceleyerek hangilerinin başkanın ilgisini çekeceğini eksiklerini anında gören keskin bir zeka.
İkinci kahraman bizzat Amerikan Başkanı süratle karar veren, samimi ve temiz siyaset isteyen sadık bir NASA destekçisi.
Amerikan seçimlerinin en güçlü başkan adaylarından Senatör Sedgewick Sexton. Kızı Rachel’in nefret ettiği bu adam seçimi kazanmak için her yolu seçmekten geri kalmayacak. Hırslı ve NASA düşmanı.
Kitabı tam olarak bitirmediğim için size iyi bir özet sunamayacağım. Oradan buradan bulup yapıştırabilirdim ama oda bana ters. Çünkü Okuyun. Okumak kendinize verebileceğiniz en büyük ödül. Kendinizi böyle bir ödülden mahrum bırakmayın..
Ama sizinle kitapla ilgili yapılan yorumları paylaşabilirim
“Gerilim nasıl yaratılır? İşte bunun en güzel örneği bu kitap. Elinizden bırakamayacaksınız.”
Washington Post
“Gerilim ustası Dan Brown entrika ve aksiyonu çok güzel dengeliyor.Kitap uzay endüstrisi, ordu ve Washington’ın şaibeli kişilerinin varlığı ile dokunmuş. Yazarın araştırmaları kusursuz. Romanda adı geçen aletler ve bunları kullanan kişiler gerçek yaşamı yansıtıyor.”
The New York Daily News
“Muhteşem bir gerilim. Öykü inanılmaz bir hızla ilerliyor. Mekânlar gerçek. Kahramanların kişilikleri çok iyi oturtulmuş. Entrika ve aksiyon büyük bir titizlikle dengede tutuluyor. Brown çok iyi bir araştırma yapmış, gelişmiş bilim ve askeri ayrıntılar öyküyü daha inandırıcı yapıyor.”
Publishers Weekly
Okuyun. Sonra beraber kitabın kritiğini yaparız. Sizinle saatlerce kitap hakkında konuşabilirim.


Dudak Payı
Çay bardağında
Bırakılan dudak payı
Kadar bile
Uzak kalamam
Gözlerine

Yakın olsun isterim
Ellerime ellerin
Yanındaki beton binaya
Yaslanması gibi
Köhne bir evin

Seni bir çivi
Gibi çaktım
Çünkü beynime
Ve toplayıp
Bütün kerpetenleri
Attım denize
 
Sunay Akın 

ah ah ne güzel izliyordum sunay akını her hafta. Oda kalmadı artık. Hayat Diyince... Dediği doğru sunay akın bakmakla görmek arasındaki duvarları yıkıyıyor. sunay akın kitaplarını elinize aldığınızda bir çırpıda okuyabilirsiniz. 
sunay akın da nerden çıktı diyebilirsiniz. Bilmiyorum. Seviyorum onun şiirlerini bir hikayeti anlatışını mimiklerini hikayeleri anlatırken ki heyecanını... 
Neyse epeyce geç olmuş Sizlerle daha sonraki yazılarımda buluşmak dileğiyle Barışla kalın Hoşçakalın

 
           

Avatar The Last Airbender

Biliyorum.. Ne deseniz haklısınız. Uzun zamandır sessiz kaldım. Ama bu sessizliği çok gürültülü bir şekilde bitirme kararı aldım. Bugün sizinle iki ayrı yazı paylaşmayı düşünüyorum. İlki başlıktan da anladığınız gibi bir film. Bilmeyenler için söylemek istiyorum The last airbender yani son hava bükücü filmi. Filmin diğer adı yada çizgi dünyasında bilinen adı Avatar. Ama bu avatarın bizim mavi benizli avatarlarla alakası olmadığını üzerine basa basa belirtmek istiyorum.


 Ben ve kardeşim Avatar çizgi filminin bir hayranıyız. Aang yani filmin baş kahramanı cesur sakar bir karakter ve insanı kendine bağlayan bir yapısı var. Cnbc-e kanalında hafta sonları zevkle izlediğimiz bir program. Tabi filmi çıkınca da kaçırmadık. Geçtiğimiz hafta sonu izlemeye gittik.
Ama tabi biz bir yere gideriz de orada olay olmaz mı tabiki olur. film başlamadan önce gerekli tüm hazırlığımızı tamamladık. Rahat kolktuklar. Patlamış mısır ve içecekler. Filmin başlamasını dört gözle bekliyoruz. O da ne birden kardeşimin telefonu çalmaya başladı. Eeee birden hareket edince koca patlamış mısır paketi yeri boyladı. Bizi aldı bir kahkaha krizi. Elimizde değil gülüyoruz. Kardeşimin yaptığı ise bizde resmen kayışları koparmamıza sebep oldu. Yere dökülen mısırların üste kalanlarını yemeğe başladı. Herhalde tuzsuz olacak ki en son tuz attığında biz (nilay ve ben) kahkaha krizinin hangi evresinde olduğumuzdan habersizdik. Neyse kardeşim daha fazla ileri gitmeyerek görevliyi çağırdı ve kendine yeni bir mısır paketi alarak geri döndü. Veee film başladı..
Dip not: Bu filmi seyretmemin diğer bir sebebide filmde hintli oyuncuların büyük ölçüde yer almasıdır. Filmin kötü karakteri gibi görünen ateş bükücü zukoyu Dev Patel canlandırıyor.
Neyse film özeti şöyle :

Hava, Su, Toprak, Ateş… Kaderleri birbirine bağlanmış dört ülkedir. Ateş Ülkesi’nin diğerlerine karşı vahşice bir savaş başlatmasıyla bir anda herşey değişir.

Koskoca bir yüzyıl geçtiği halde bu yıkım sürecini değiştirecek en küçük bir umut belirtisi bile yoktur.

Nickelodeon yapımı animasyon televizyon dizisini temel alan The Last Airbender, Aang’ın hayatta kalma mücadelesinin açılış bölümüdür.
Filmdeki karakterler:
Aang Avatar olmasına karşın eğlenmeyi çok seven 12 yaşında (uyanık kaldığı süre bakımından, teknik olarak 112 yaşındadır.) bir çocuktur. Uçan dev bizonu Appa onun hava tapınağından kalan tek arkadaşıdır. Henüz 12 yaşında olmasına rağmen tüm dünyanın sorumluluğu onun omuzlarındadır. Bu sorumluluğun yükü ağır geldiği içindir ki iç çelişkileri fazlaca dışarı yansımaktadır. Aynı zamanda hayatta kalan tek hava bükücüdür. Neşeli, çekingen, dost canlısı bir kişiliği vardır.

Katara 14 yaşındaki Güney Su Kabilesi'nde kalan son Su Bükücü'dür (ama dünya'da daha çok su bükücü vardır. sadece Katara Güney su kabilesinde tek su bükücüdür.) Aynı zamanda dünyadaki 2 kan bükücüden biridir. Kardeşi Sokka ile birlikte Aang'i buzdağından çıkarır ve macera başlar. O ve Sokka, Ateş Lordu'nu yenmek üzere çıktığı yolculukta Aang'e arkadaşlık ederler. Katara olgun, sevecen ve duyarlıdır.Oldukça güzeldir.Daima diğerlerinin iyiliğini ister ve zor durumlarda liderlik yeteneğini kullanır. Ancak bu durum onu bazen zor durumda bırakır. Katara sakin kişiliğine rağmen, zor anlarda, muhteşem su bükme yeteneği ve idealist düşünceleri ile düşmanlarına karşı oldukça yıkıcı olabilir. Annelerinin Ateş Ulusu tarafından öldürülmesinden sonra, kardeşi Sokka üzerinde anaç bir rol üstlenir.
Sokka 15 yaşında bükücülük yeteneği olmayan bir savaşçıdır. Yaşının küçük olması nedeniyle Güney Su Kabilesi'deki tüm erkekler savaşa giderken, o geride bırakılmıştır. O ve kardeşi Katara, Ateş Lordu'nu yenmek üzere çıktığı yolculukta Aang'e arkadaşlık ederler. Sokka kendini "etobur" ve "iğneleyici" olarak ifade eder. Dizide birçok kez çok güvendiği fiziksel yeteneklerini kullanabileceği fırsatlarla karşılaşır. Kılıç kullanmakta ustalaşmıştır
Zuko 16 yaşında olan Prens Zuko ateş ulusu tahtının varisidir. 13 yaşındayken bir savaş toplantısında ateş ordusu generallerinden birine karşı gelir ve Agni Kai denilen ateş düellosuna davet edilir. Generalden korkmayan Zuko, AGNİ KAİ'de karşısında babasını görünce savaşmayı reddeder ve af diler; babasıysa onun yüzünün sol tarafını yakarak onu sürgüne yollar. Oğlunu Toprak Krallığının başkenti Ba Sing Se kuşatmasında kaybetmiş olan General Iroh'da oğlu gibi sevdiği Zuko'ya gözkulak olur. Avatarı yakalayıp onurunu kurtarmayı amaç edinen Zuko'nun karakteri bir süre sonra olgunlaşır.
Ve işte benim Dev Patel'im..
Dev patel Oscar ödüllü bir aktör diyebilirim. Dersem abartmış olabilirmiyim. Evet olurum. Tamam ama rol aldığı  Slumdog millionaire Filmi bir oscar aldı.

Neyse ben Avatar The Lastairbender filmini şiddetle tavisye ediyorum. Müzik ve görüntünün şiirsel bir yapıya dönüştüğü bir film. 
Bir sonraki yazımda görüşmek üzereeee.
Barışla kalın Hoşçakalın